Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu “Saz yerine fırça ve boya kullanan bir halk ozanı”

Sekiz çocuklu bir ailenin dördüncü ferdi olarak dünyaya geldiği Gaziantep’te çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdi. İlk, orta ve lise öğrenimini sürdürürken ders saatleri dışında çalışmak zorundaydı. Bakır işlemeciliği, dokumacılık, masuracılık, dökümcülük ve aynı zamanda baba mesleği olan semercilik gibi mesleklerde edindiği tecrübe, ilerleyen yaşamında sanatının da önemli bir belirleyicisi oldu. Ortaokuldaki resim öğretmeni Nevzat Arı hanımefendinin de desteğiyle ilk yağlıboya sergisini 1963 yılında Gaziantep Türk-Amerikan Kültür Derneği’nde açan sanatçı, lise eğitimini ise Konya’nın Akşehir Lisesi’nde tamamladı. Gaziantep’te bulunduğu yıllarda pek çok tiyatro sahnesi tasarımı yaptı.

1971 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarına gazeteci arkadaşı Cevat Sönmez’in desteğiyle katılabildi ve Yüksek Resim Bölümü’nü kazandı. Akademideki eğitimini Prof. Neşet Günal atölyesinde bitirdi ve ardından kısa bir süre İstanbul Mecidiyeköy Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Askerlik görevini Ankara’da 12 Eylül askeri darbesi sırasında tamamladıktan sonra emekli olana kadar çalışacağı gazetecilik hayatına başladı. Bu süreç içerisinde zaman zaman çektiği spor fotoğraflarıyla 9 farklı ödül kazandı.

1990’lı yılların başında tasarladığı “Kaybolan Meslekler” projesi, sanatçının yıllar içinde açtığı pek çok serginin ana temasını oluşturdu. Kaybolan meslekler teması etrafında yarattığı eserleriyle Diyarbakırlıoğlu, yalnızca Anadolu kültürünü bozmadan yansıtan usta bir ressam olmakla kalmadı; aynı zamanda bu kültürün toplumsal hayattan silinen pek çok olgusunu da tarihe tanıklık eder bir şekilde arşivleyen bir öncü görevini de üstlendi. Öyle ki, sabırla işlediği bu tema zaman içinde yazılı ve görsel basında kaybolan meslekleri ve bu mesleklerin son ustalarını konu eden bir dizi çalışmaya da ilham kaynağı oldu.

İstanbul’a yerleştikten sonra da hiçbir zaman bağlarını koparmadığı Güneydoğu Anadolu bozkırının sarı, kırmızı ve kahverengi tonlarını Diyarbakırlıoğlu’nun tablolarında görmekteyiz. Sanatçı, eserlerinde bunlardan birisini ana renk, diğerlerini de yardımcı renkler olarak kullanırken, başka renkleri de biçime katkı amacıyla değerlendirir ve bu bağlamda “biçimci” bir ressam olduğu söylenebilir. 

Çocukluğunda yürüdüğü sokakları, konuştuğu insanları, yaptığı işleri ve kullandığı aletleri tablolarında yaşatmak Diyarbakırlıoğlu’na, bir halk ozanının kendisini türkülerinde yaşatmasına benzeyen bir boyut katmaktadır.

YYD. Merhaba Mehmet Ali Bey, size nasıl hitap edeceğime emin olamadım. Hayatınızın farklı bölümlerinde pek çok mesleğin erbabı oldunuz. Basın fotoğrafçılığı, öğretmenlik, bakır ustalığı, sahne dekoratörü, yazarlık ve en önemlisi ressamlık. 

YYD. Biraz çocukluğunuzdan bahsedebilir misiniz?

1946 yılında Gaziantep Şehit Kamil’de doğmuşum. İlk, orta ve lise eğitimimi Gaziantep’te tamamaladım. Ressam olmamda en büyük emeği olan kişi ortaokuldaki resim öğretmenim Nevzat Arı Hanımefendidir. İlk resimlerimi Gaziantep’in köylerinde nalburdan aldığım yağlı boyalarla yaptım. Tüm araç gereçlerimi bisikletimin arkasına koyup köylere pedal çevirerek giderdim. Hoca Hanım’a resimlerimi gösterdiğim bir gün “Oğlum, senin resimlerin niye böyle parlak, fazla mı vernik kullanıyorsun?” diye sordu. Ben verniğin bile ne olduğunu bilmiyordum. “Oğlum, sen hangi marka boya  kullanıyorsun?” diye sordu. Ben markayı söyleyince öğretmenim çok güldü ve ben de utandım. Bir sonraki hafta Nevzat Arı Hanımefendi bana bir kutu yağlı boya, resim fırçaları ve inceltici hediye etti. Daha sonra 18 yaşımda ilk sergimi de onun sayesinde açtım.

Bu arada bir konudan bahsetmem gerekiyor. Çocukluk arkadaşlarımla beraber Antep’in mağaralarında oyunlar oynar ve keşifler yapardık. Günümüzde bunların çoğu dolduruldu, Kalanların en büyüğü Sumaklı Mağara, o da içler acısı durumda. Şerbetçi Deliği dediğimiz mağaranın derinliklerinde koca bir göl vardı. Bugün böyle bir mağara yok. Bu yerel yönetimlerin hatasıdır. Dünya’da mağaracılık diye bir turizm kolu ve hatta spor dalı var. Biz Antepimizin mağaralarını yok etmişiz.

YYD. Üstadım soyadınızın hikayesi nedir? 

Dedemin babası Diyarbakırlı Hasan Paşadır. Diyarbakır iline Sadrazam Sokollu tarafından atanmıştır. Dedem daha sonra Antep’e yerleşmiştir. 1915 yılında padişahın çağrısı ile savaşmak için Çanakkale’ye gitmiş ve orada şehit olmuştur. Babaannem çocuklarını babasız olarak büyük zorluklarla büyütmüştür. Antep’in savunmasında babam 11 yaşındaymış. Bu küçük yaşta olmasına rağmen amcamla beraber Fransız cephelerinden kovan toplayıp Türk askerlerine getirirlermiş. Antep’in savunmasında sağladıkları yararlar sebebiyle babam ve amcama “Çocuk Mücahit” unvanı verilmiştir. Babam ve amcamın mezarları Gaziantep’te “Gaziler Mezarlığı”ndadır. Dedem Antep’e Diyarbakır’dan göçtüğü için kendisini Diyarbakırlı diye çağırırlarmış. Bu sebeple soyadı kanununda bu soyadını seçmiş.

YYD. Ali Bey gazetecilik mesleğini nasıl seçtiniz? 

Hep merak ettiğim bir işti. Aslında askerlik sonrası öğretmenlik yapmayı planlamıştım. Ama Tercüman gazetesinin grafiker aradığını duyunca bu işe de başvurdum. Çalışma saatlerinin esnek olması gazeteciği seçmeme sebep oldu. Daha sonra spor fotoğrafçılığına geçtim ve buradan emekli oldum. Fotoğrafçılık yaptığım yıllarda 9 tane ödül aldım. Bunun sırrı da şudur: Müsabakaları makinem boynumda izlemezdim, makinenin vizöründen izlerdim. Böylece meslekdaşlarımın kaçırdığı enstanteneleri yakalardım.

YYD. Mehmet Ali Bey babanızın mesleğiniz ne idi? 

Babam semerci ustası idi. Eski zamanlarda ulaşım hayvanlarla yapılırdı. Babamın dükkanın yanında nalbant vardı. Köylüler mallarını satmak için pazara geldiklerinde hayvanlarını bize bırakırlardı. Nalbant nalların bakımını yapardı, babamda semerlerini tamir ederdi. Günümüzde araç sahiplerinin araçlarını AVMlerde yıkatması ya da bakım yaptırması gibi. Ben babama yardım ederdim, semerlerin içine konulan otları keserdim. Bizim oralarda bu otlara berdi derlerdi. Bu soruyu cevaplarken konuyu başka bir yere bağlamak istiyorum.

Sivrisinekleri azaltmak ya da başka sebeplerle bataklıklar kurutuldu. Hasır otu bataklıklarda yetişirdi. Batıklıkların yok olması  sebebiyle hasırcılık, zembilcilik ve semercilik mesleği tarihe karıştı. Hoş bu olmasaydı da bu meslekler yok olacaklardı çünkü teknoloji çok hızlı ilerliyor. Eskiden fotoğraf çekmek ve onu kağıda basmak uzun bir işti. Günümüzde cep telefonu ile fotoğraf çekip bunu anında sevdiklerimize gönderebiliyoruz. Ama şunu unutmamak lazım yeni meslekler eski mesleklerden doğuyor. Yapılan her yeni iş bir önceki işin devamıdır. Bu sebeple kaybolan meslekleri unutmamalıyız.

YYD. Sayın Ali Bey dergimizin bu sayısı Gaziantep ile ilgili. Sizin bakış açınız ile şehrimizi anlatır mısınız?

Ben Antep’in öncelikle baklava ve kebapla anılmasından rahatsızım. Antepliler becerikli ve sanatkar insanlardır. Bir Anteplinin bir ürünü üretmek için bir makineye ihtiyacı olursa Antepli önce makineyi yapar. Bu sebeple bu şehirde 7 tane organize sanayi bölgesi bulunmakta.

YYD. Anteplilerinbu ustalıklarının sırrı nedir?

Genç arkadaşım eskiden bu meslekleri ağırlıklı olarak Ermeniler yaparlarmış. Fransız işgalinden şehrimiz kurtulunca Ermeniler de Fransızlarla şehri terk etmişler. Ustalık bizlere kalmış.

Ustalar kolay yetişmez. Usta olmak demek o iş kolu ile ilgili her konuda bilgi sahibi olmak demekdir. Usta, çırak ve kalfa olduktan sonra bu mertebeye erişir. Benim çalıştığım kutnu atölyesinde tezgah arıza yaparsa ustam onu tamir ederdi. Usta tezgahına başka bir usta çağırmaz. Artık günümüzde servisler var. Tam ve gerçek anlamda ustalık da kalmadı.

Bir gün ustam tezgahı tamir ederken ben de seyrediyorum. 8 yaşındaşım. Bana “13-14 ü getir” dedi. Ne olduğunu bile bilmiyordum, alet çantasından bir şey getirdim. Ustam bana bir tokat attı, gözümde çizgi filmlerdeki gibi şimşekler çaktı. Çok canım yanmıştı ama o tokat bana kısa sürede bütün aletleri öğretti.

YYD. Efendim, “Kaybolan Meslekler” resim sergisinin temelleri çocukluğunuzda mı?

Hem evet hem hayır. Meydan gazetesinde çalışırken işsiz kaldım. Oğlum okul okuyor, omuzlarım düşük eve geldim. Eşim ne oldu dedi. İşten çıkarıldığımı söyledim. Bana “Sanatçının işsizi mi olur, otur resmini yap dedi!” dedi. Ben de aldım elime fırçayı ama ne resmi yapacaktım. Aklıma Bedri Rahmi’nin bir sözü geldi. Atölyelerimiz üstlü altlı idi. Öğrencilerine söyle derdi: Eğer bir hamalın resmini yapacaksanız, o yükün altına girip o eziyeti yaşayın ki duygu tablonuza tam yansısın. Daha önce pek çok meslek de ustalık yaptığım için; hayatım çalışmakla geçtiği için meslek resimleri yapmaya başladım ve ilk olarak semerci ustası babamın tablosu ile başladım. Sonra yemenici, kalaycı, tenekeci derken 30 resim oldu. Sergide resimler çerçeveli olmalıydı ama benim çerçeve yaptıracak param yoktu. O zaman arkadaşlarım destek olmak için bazı tablolarımı satın aldılar ben de sergimi Gaziantep Kültür Derneği’nde açtım ve 30 resmimin hepsi satıldı.

YYD. Efendim, o kadar çok yönlü bir sanatçısınız ki sizinle yaptığımız bu sohbeti tamamlamak neredeyse mümkün değil. İBB korosu ile yaptığnız ses çalışmalarınızdan bahsetme şansımız olmadı. Fotoğraf ve resimlerinizden biraz bahsedebildik sadece. Sizin gibi birisinin hiç bir zaman emekli olmayacağını düşünerek son soru olarak “Yaşınız ilerleyince Gaziantep’e yerleşir misiniz?”

Ah, eğer çocukluğumun Gaziantep’i olsa hiç düşünmezdim ama her şey zamana yenik düşmüyor mu?

Leave a Reply

Your email address will not be published.